İçinizdeki Ses

Başarısız olduğunuzda, bir şeyi istediğiniz gibi yapamadığınızda en çok kimin sesini duyarsınız zihninizde? Peki ya neler söyler o kişi? Söyledikleri nasıl bir etki bırakır yüreğinizde? Ezer mi sarar mı benliğinizi? Ne ekler yaşamınıza o ses? Hırs? Öfke? Ve ne götürür sizden? Umut? İyimserlik?

Genelde olumsuz şeyler duyarız böyle anlarda. Sanki dünyanın en kötü, en başarısız, en beceriksiz insanı bizizdir. “Bu kadar kolay soru da yanlış yapılır mı?” der. “Bu kadar küçük bir şey sorun edilir mi?” der. “Bu kadar önemsiz bir şey için üzülünür mü?” der. Der de der. Sanki hangi sorun için ne kadar üzülüneceğine dair bir ölçü birimi varmış, hangi soruların yanlış yapılabileceğine dair ortak bir fikir varmış gibi. Sanki bizim dışımızda herkesin bildiği yazılı kurallar varmış da bir tek biz onları bilmiyormuşuz gibi… Halbuki, bir insan olarak ben yaşıyorsam, diğerleri de yaşayabilir… Evet insan, bu kadar küçük bir şeye alınıp, bu kadar küçük bir soruyu yanlış yapabilir. Bununla kavga etmek burada takılı kalmak kavgayı büyütür yalnızca. Bu kavgayı durduracak ilk adım, zihnimizde konuşan sesin “tek gerçek” olmadığını anlamak belki de…

Her insanın yaşayabileceği bu durumun sizin yaşamanızda size özel bir anlamı var elbette. İşte bu özel anlamı bulmak için kendinizle el ele tutuşup yola koyulmak sizi büyütecek, besleyecek olan… O zaman belki de soru sormaya şuradan başlamak gerek:

“Bu hatayı hangi durumlarda yaparsınız? Kimin yanında, ne hissettiğinizde, hangi ortamda?”

“Her defasında aynı hatayı mı yaparsınız, yoksa içerik değişir mi?”

“O hatayı yapmadan hemen önce ne olur?”

“Peki ya o hatayı yaptıktan sonra neler olur hayatınızda?”

Belki de bu hatanın sizin için sandığınızın dışında bir anlamı vardır…

Öfke

Duyguların genel olarak zayıflık olarak görülmesi bir yana, bazı duygular da ya yok sayılır ya da tüm yaşamı ele geçirir. Bu uçlar arasında en çok gelip giden duygu öfke belki de…

Bazı insanların öfkelenmeye hakkı yoktur, kendilerine bu hakkı vermezler. Bunun yerine üzülürler. Bazıları da neredeyse her duygularını öfke olarak yaşarlar. Üzülürler öfkelenirler, değersiz hissederler öfkelenirler, kırılırlar yine öfkelenirler… Birincisinde öfke görmezden gelinir, ikincisinde ise tüm yaşamı ele geçirir. Halbuki her iki durumda da öfke vardır, oradadır ve bir şekilde ifadesini bulur. Bazen baş, bazen karın ağrısıyla, bazen bağırma, bazen ölesiye susmayla… Ve her iki durumda da öfkenin bir işlevi vardır sahibinin hayatında. Yalnızca öfkenin mi, öfke ifade tarzının da… Örneğin; Hiç öfkelenmeyen kadın, geleneksel yapıda onaylanır. Sabırlı, çilekeş ve sessiz kadının uysal hali, hemcinslerinden takdir görebilir mesela. Aynı şekilde geleneksel yapıda her şeye öfkelenmek erkekliğin derecesini, etrafa salınan korkunun miktarını arttırır. Bir sürü şey zaten o duymadan “çözülmelidir”

Öfke, diğer tüm duygular gibi kişisel olduğu kadar toplumsal bir eylem biçimidir. Bunu bazen diğerlerini yıldırmak, bazen de saygılarını kazanmak için yapar kişi. Hatta böylece sadece başkalarını değil, kendini bile manipüle edebilir. Zaten öfkeli biri olarak ne yapsa mübah olabilir mesela?

Öfke yargılayan bir duygudur aynı zamanda. Kabahatli olanı bulur ve yargılar. Ve bu kabahatli olan dışarıda bir kişi olabileceği gibi, içimizde bir tarafımız da olabilir. Ama acıması yoktur, o yine yargılar…

Peki siz öfkelenme izni verir misiniz kendinize? Nasıl gösterirsiniz öfkenizi? Öfke nelere sebep olur yaşamınızda? Ne götürür sizden? Peki olumsuz sonuçlarına rağmen, hayatınıza ne getirir öfke? Peki getirdikleri için ödediğiniz bedeller neler?

Elbette ki sorular arttırılabilir. Ama öfkenize başka bir gözle bakmak için bu sorular iyi bir başlangıç olabilir.